Röportaj

Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın: Filistin bir dünya meselesi, israil bir dünya sorunudur

Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, Gazze’deki soykırıma karşı sessizliğin sadece Filistinlileri değil, tüm insanlığı etkilediğini belirterek, "Zulme rıza, bir gün bu zulmün kapınıza dayanmasına sebep olacaktır" dedi.

Abone Ol

Gazze’de aylardır süren siyonist saldırılara karşı uluslararası toplumun sessizliğini sert sözlerle eleştiren Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, bu suskunluğun sadece bölgesel acıları artırmakla kalmayıp, küresel güvenliği tehdit eden bir duruma dönüştüğünü söyledi.

İLKHA muhabirinin sorularını cevaplayan Yalçın, Gazze’deki soykırıma karşı uluslararası toplumun sessiz kalmasını eleştirerek, bu durumun sadece Filistin halkını değil, tüm insanlığı derinden etkilediğini vurguladı.

Yalçın, zulme karşı duyarsız kalmanın küresel güvenliği tehdit ettiğini ve bu sessizliğin bir gün tüm dünyayı saracak olan zulmün habercisi olacağını söyledi. Yalçın, “Filistin bir dünya meselesi, israil ise bir dünya sorunudur” diyerek, Filistin'in savunulmasının insanlık adına bir sorumluluk olduğunu belirtti.

Memur-Sen Genel Başkanı Yalçın ile yapılan röportajın tamamı şu şekilde:

"Siyonist işgal rejimine destek veren şirketlerin ürünlerini boykot etmek insani bir sorumluluk mudur?

Siyonist işgal rejiminin yürüttüğü soykırım politikalarını sürdürülebilir kılan unsurlardan birisi uluslararası ölçekteki firmalardır. Maalesef birçoğu bizim ülkemizde de faaliyet yürütmektedir bu firmaların. Üstelik bir kısmı da ekonomik desteğin ötesinde siyasi ve askeri destek verdiklerini de açıkça ilan etmektedirler. Yani soykırımın bir tarafında bu firmalar durmaktadır. Bu noktada, boykotun yalnızca ekonomik bir etki değil, aynı zamanda bir ahlaki duruş sergileme biçimi olduğunun anlaşılması gerekir. Soykırıma karşı duyarsız kalmak, dolaylı olarak soykırımı onaylamak anlamına gelebilir. Bu sebeple, bu tür şirketlerin boykot edilmesi, bireyler ve gruplar için insani bir sorumluluktur. Çünkü soykırıma karşı bir önlem alamazsanız, genocide (soykırım) da engelleyemezsiniz.

Boykotun etkili olabilmesi için bireysel duyarlılıklar yeterli mi? Toplumsal düzeyde ne tür adımlar atılmalı?

Boykotun etkili olabilmesi için toplumsal düzeyde örgütlü bir hareket gereklidir. Memur-Sen, bu tür toplumsal hareketlerin öncüsü oldu şimdiye kadar. Toplumun geniş kesimlerinin boykotu sahiplenmesi; medya, sivil toplum kuruluşları ve halk hareketleri tarafından bu konuda bilgilendirme yapılması önemlidir. Bu bilinçle biz, örgütlü gücümüzle sokaklarda, eylemlerde, salon toplantılarında bu konunun altını hep çizdik, çizmeye de devam edeceğiz. Sosyal medya, basılı yayın organları ve afişlerle bu konuda da farkındalık oluşturmak için teşkilat birimlerini de harekete geçirdik.

Havaların ısındığı bu dönemde özellikle soğuk içecek ve yiyeceklerin tüketimi artıyor. Boykot ürünlerinin tüketilmemesi noktasında halk nasıl bilinçlendirilebilir?

Eylemlerin yayılması genişletilmesi ve sürdürülebilir olması için Memur-Sen olarak çalışmalarımıza ara vermeden devam ediyoruz.  Diyoruz ki, yemezsek ölmezsiniz ama yerseniz birileri ölür. Bir kere şimdiye kadar olduğu gibi kampanyalar ve sosyal medya faaliyetlerini aralıksız olarak devam ettirmeliyiz. Sosyal medya üzerinden bilgilendirme kampanyaları ile güncellemeler ile kitleler harekete geçirilmeli. Diğer taraftan topluluk etkinlikleri de devam etmeli, yerel ve ulusal organizasyonlar yaygınlaştırılıp sürekli kılınmalı. Ve en önemlisi de siyonist rejim ile bu firmalar arasındaki ilişkiler devamlı deşifre edilmeli, hafızalar diri tutulmalı.

Boykotun sadece ekonomik değil, aynı zamanda ahlaki ve psikolojik bir karşı duruş olduğu söyleniyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Açık söyleyelim, Gazze uzak değil. Biz Gazze’yiz. Gazze’de siyonist rejim tarafından öldürülen her insan bizim insanımız. Daha da ileri gideyim, ölen aslında bizim insanlığımız. Onun için boykot, ekonomik bir araç olmanın ötesinde, bir ahlaki ve psikolojik duruş, insanı, insanlığı savunma biçimidir. Memur-Sen, bu perspektiften hareketle gerek ulusal ölçekte gerekse uluslararası arenada bu bilgilendirmeleri amasız, hilafsız bir şekilde sürdürüyor. En son geçen hafta sonu düzenlediğimiz iki uluslararası toplantıda, emek örgütleriyle bir irade beyanında bulunduk ve Filistin’in yanında durduğumuzu beyan ettik. BM önünde bildirimizle de bunu bütün dünyaya ilan ettik. Yani fikri ve eylem düzeyinde biz teyakkuz halindeyiz, insanlığı savunuyoruz, insanın fıtratını ve şerefini merkeze alarak zulme karşı barışı savunuyoruz.

Siyonist rejimin Gazze’ye yönelik son saldırılarını uluslararası hukuk açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Artık bu konu uluslararası hukuk meselesini çoktan aştı. Bir düşünün emperyalizm tarafından sırtı sıvazlanan, silahlarla donatılan bir terör yapılanmasından bahsediyoruz. Hukuk yaşayanlar için vardır. Hukuk, sağlıklı toplumlar için vardır. Kana susamış bir örgütün hukuktan anladığı nedir? Aslında kendilerine göre kavramları eğip büken, eldeki silahlarla güç dayatan bir sistemde hukuktan bahsedilemez. Ama şunu da söyleyelim, bugün kendi koyduğu kuralları çiğneyen bir Batı ve emperyalizm var. Ama yine de biz hukuku savunuyoruz, uluslararası hukuku savunuyoruz ve işlemesi için elimizden geleni yapıyoruz. Mekanizmaları da sonuna kadar işletmek için tüm gücümüzle çalışıyoruz. Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurularımız da bu çerçevede ele alınmalı.

Mevcut saldırılar, daha önceki ateşkes kararlarını nasıl etkiliyor?

Saldırıların mevcut ateşkes kararlarıyla çelişmesi, uluslararası diplomasi ve güvenlik açısından ciddi bir sorun tabi. Ama şunu da hemen belirteyim, savaşın bir parçası olarak kullanılıyor ateşkesler. Eli kanlı israil, bir örgüt refleksiyle hareket ettiği için ateşkes noktasında hukuk tanır mı? Yani şöyle diyelim, ateşkes, iradesini yenemediği bir halkı yok etmek için bir mola arası olarak değerlendiriliyor. Kaldı ki şimdiye kadar hiçbir ateşkese sadık kalmadı israil. Bunu bütün dünya biliyor.

Uluslararası toplumun bu saldırılara sessiz kalması ne tür insani ve diplomatik sonuçlar doğurabilir?

Uluslararası toplumun bu tür saldırılara sessiz kalması, aslında yok olan değerlerimizin, adaletimizin, özgürlüğümüzün hasılı insanlığımızın iflasından başka bir şey değil. Memur-Sen, sessizliğin, zulme ve adaletsizliğe rıza göstermek anlamına geldiğini her zeminde dile getiriyor onun için. Dedim ya, Filistin’i savunmak çocukları, kadınları, insanı, insanlığı savunmak anlamına geliyor.  Herkes zannediyor ki bu ateş buralara, dünyanın başka yerlerine ulaşmayacak. Oysa zulme rıza bir gün bu zulmün sizin kapınızı çalmasına sebep olacaktır. İnanç da tarih de öyle diyor. Bu tür bir sessizlik, sadece bölgedeki halkların acılarını artırmakla kalmaz, aynı zamanda küresel güvenlik açısından da tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Diplomaside ise adaletin sağlanamaması, bölgesel ve uluslararası düzeyde güven krizlerine neden olacaktır. Hep söyledik, tekrar etmiş olalım. Filistin, Filistin’den ibaret değildir. Filistin bir dünya meselesi, israil bir dünya sorunudur. Onun için bu dünya sorunu çözülmezse ateş bütün dünyayı kuşatacaktır.

Türkiye başta olmak üzere İslam ülkeleri bu süreçte nasıl bir diplomasi yürütmeli?

Bu bir sistem meselesi. Ne mi diyorum, süreç konusunda bazı İslam ülkeleri çok kötü imtihan verdi. Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi kurumlar da etkin bir süreç yönetemedi. Türkiye, özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı noktasında ciddi girişimlerde bulundu ama gerekli katkılar sağlandı mı, emin değilim. Biz yine de kurumlar yıpransa da Batı’nın bazı devletleri iki yüzlü tavırlarını sürdürse de şu an elimizde bulunan hukuki ve insanı müesseselerin verdiği imkanları sonuna kadar kullanmalıyız. Bunun da ötesinde, biraz önce söylediğim gibi, ekonomik ve siyasi boykotları yaygınlaştırmalıyız.

Gazze’deki insani kriz derinleşiyor. Bu krizin bölgesel güvenliğe etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Filistin meselesi çözülmeden ne bölgemize ne de dünyaya barış gelir. israilin sapkın teolojik ideolojisinin ateşe verdiği bir bölgede yaşıyoruz. Dediğim gibi kimileri bu savaşın uzakta olduğunu zannededursun, artık her şeyin bu kadar uluslararasılaştığı, siyonist hegemonyanın ABD dahil ülkeleri kapana sıkıştırdığı bir zeminde barıştan bahsedemeyiz. Çözüm zihnin dönüşümüyle başlıyor dolayısıyla. Kavramları doğru anlarsanız, tarihi doğru okursanız, söz gelimi siyonizmi doğru anlarsanız, yaşadığımız olayın küresel olduğu da anlaşılacaktır. Sorun küresel, çözüm de küresel." (İLKHA)